Ertuğrul Oğuz Fırat
SÖYLEŞİLER

ERTUĞRUL OĞUZ FIRAT İLE SÖYLEŞİ

(yazan Sungu Okan, 14.06.2006)

Müziğe, daha doğrusu sanata olan ilginiz nasıl başladı?

Bir sanatçı olarak ilgilendiğim sanat dallarında hiç biriyle ilgili bir eğitimim olmadı. Bunu kendi kendini yetiştirmek diye tanımlayabiliriz. Yazın denemelerime çok erken yaşlarda başladım.Küğle ilgilenişim başka bağdarlarının yapıtlarını bilinçli olarak izlemeye başlayışım lise onuncu sınıftayken radyo izlencelerini kaçırmadan izleyişimle başlamıştır. 18 yaşımda İstanbul Üniverisitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji bölümüne girişim , bir yıl sonra bundan vaz geçerek Hukuk Fakültesine yazılışım sırasında İstanbul’da bulunduğum sırada hemen hemen hiç bir dinletiyi kaçırmadan küğsel bilgi ve beğenimi artırma yoluna gidiyordum . Yine bu yıllarda Plak edinme yoluyla küğsel görüş ve anlayışımı daha sağlamlaştırmaya çalışıyordum. Yirminci yaş günüm nedeniyle annemin benim için almış olduğu elden düşme bir piyanonun eve girişiyle (1943) küğ tutkum iyice arttı ve bağdar olma düşüncem kesinleşti. Arkadaşım olan rahmetli Adnan Beng Bağdar olma tutkumu görünce beni Keman Öğretmeni olan Karl Berger′e götürdü. Rahmetli Berger′e uyum dersleri almaya gittiğim de benim küğsel anlayışım tüm klasik romantik dönemleri bitirmiş / aşmış olarak çağdaş küğün getirileni benimsemeye , onları öğrenmeye dönüşmüştü. Bu nedenle Berger den almakta olduğum uyum dersleri bir kaç aydan çok süremedi. 1947 yılında İlhan Usmanbaş′la tanıştım . Usmanbaş’la tanışma küğde kendimi yetiştirme bakımında çok yararlı oldu. Bunların dışında küğsel öğrenim yönünden ders almam söz konusu olmamıştır.

İlgilendiğim sanat dallarından Resim , en sonuncu sıradadır. 1960 yılında annemi yitirdikten sonra onunla birlikte olduğum günlerin anılarını tuvale geçirebilmek isteği dayanılmaz bir tutku , bir görev özel niteliğini taşır oldu. Bu nedenle 1960 yılında kendi kendime resim yapmaya başladım. 1964 yılında resimde de kendime özgü bir yolum olabileceğini görünce resim yapmayı sürdürdüm. Resimlerimi pek çok kez sergiledim.

Ne zaman beste yapmaya başladınız?

İlk küğ yapıtım başlangıç olarak 1945 tarihini taşırsa da , bitirilişi 1950/51 tarihleri arasında gerçekleşen Op.1 Yaylı Çalgılar Dördülü'dür.

Katıldığınız yarışmalar ve yurtdışı deneyimlerinizden söz eder misiniz?

Hiç bir yarışmaya katılmadım . Resimlerimin yıllarca Türkiye′ deki Galerilerce sergilenmelerinin red edilmesine karşılık, 1970 yılında Almanya′nın Vupertal Kentinde bulunan Galeri Palette -Röder Hauz,da sergilenmesi nedniyle kısa süreli (Bir hafta) bir gezim dışında dış Ülkelerde geçmiş bir yaşamım ve deneyimim yok.

Türkiye’de çağdaş müziğin konumu hakkında neler söylemek istersiniz?

Bildiklerimi bilmeyenlerle paylaşmaktan her zaman tat almışımdır. Bunu yaradılışımın bir gereği olarak bu güne dek sürdürmeye çalıştım. Çağdaş Küğün küğcülerimizin, çalgı çalarlarımızın ,her türlü yayıncımızın yalnız kendi bildiklerinin doğru bulunması gerektiği yönündeki kalıplaşmış, kemikleşmiş ön yargıları karşısında , bunu aşabilecek bir düşün ve tutum egemenliği bulunamadığı sürece çağdaş küğün ülkemizde kendine bir yer bulamayacağını, kolay kolay değer yargısı içine giremeyeceğini söyleyebilirim. Ancak Çağdaş Türk Küğünün bizden ileri ülkeler tarafından değerlendirildiği ve tutulduğu görüldüğünde katışlaşmış değer yargıları kırılabilir ve yeni bir değerlendirme söz konusu olabilir. Kendi yaşamımda gerek küğ yönünden, gerekse Resim yönünden bunun pek çok örneğini görmüş olduğum için o açıklamayı yazıyorum.

Kendinizi en yakın hissettiğiniz ekol ve besteciler hangileri?

Küğümün hiç bir okulla ilgisi olmadığını kendime özgü bir teknik bir anlatım yolu gözettiğini belirttikten sonra ,yığınsal / ezgisel bir teknik içinde anlatımcı bir küğ amacı güden küğcülere kendimi yakın bulduğumu söyleyebilirim.

Beste yaparken izlediğiniz yol, metod vs. hakkında neler bize neler söylemek istersiniz?

Bağdalarımı genelde çok uzun süreçler içinde ortaya koyabilmişimdir. Bu sürecin en uzun bölümünün kafada tasarlamak ve onu ayrıntılarına dek biçimlendirmenin ne yolla elde edebileceğimi düşünmekle geçer. Taslak kafamda olgunlaşınca yapıtı notaya geçirmek süreci başlar. Ancak kesin yazıya geçmeden önce yapıtda önemla vurgulamak istediğim yerler varsa bunları unutmamak için kaba taslak kağıda geçiririm. Asıl çalışma bundan sonra başlar ve düzenli olarak sürer . Uzun süren tasarlama sürecinde önemli yerler önceden belilenmiş, bir taslakta yapılmış olduğundan notalama süreci oldukca çabuk sonuçlanır. Yapıtlarımın sıralacında gösterilen oldukça uzun tarihler hem tasarlama hem notaya geçirme süreçlerini birlikte kapsamaktadır.

Atatürk donemi müzik devrimini sizin cümlelerinizle dinleyebilir miyiz?

Atatürk tüm devrimlerinde Batı Uygarlığına ulaşmak ve unu aşmak amacını güttüğü gibi çok sesliliğin alınmasıyla küğ devriminde de aynı amacı gütmüştür. Atatürk bir küğcü değildi. Ancak eksik olanı ne olduğunu gören derin görüşlü bir insandı. Gidilecek yolu ayrıntılarına kadar gösteremezdi. Ama batılı anlayışın doğulu anlayışından ayrımını iyi biliyor, ilerlemek için bunun benimsenmesi gerektiğini de açıklıkla görüyordu.

Eserlerinizde yerel ezgilere yer verdiniz mi? Bu ezgileri nasıl işlediniz?

Yerel ezgilerden yola çıkıp çıkmadığım konusuna gelince , yapıtlarımda özellikle göz önünde tutmaya çalıştığım nokta, sesleri nasıl bir yapısallık içinde birbiriyle ilişkili kullanacağım, yapıtın amacına uygun bir anlatımı ne tür ilişkiler içinde en iyi verebileceğimi düşünmek olmuştur. Böyle olunca yapıtlarımda hiç bir zaman tek bir ezgiye bağımlılık söz konusu olmamıştır. Ezgilerin yığınlaşması veya karmaşık oyumsal çoğul seslilik üzerinde kendisini göstermesi hiç bir zaman yerel ezgi kullanımını zorunlu kılmamıştır. Yine de bazı yapıtlarımda yerelliği amaçlamış bir anlatım isteği doğrultusunda dizisel anlayışla kaynaştırılmış yerel bir ezgi duyurtulduğu gibi, daha en baştan kendi seçtiğim (çok sevdiğim) kimi halk ezgilerini çok seslilik içinde yeni bir tınıya ve etkinliğe ulaştırmak amacı güdülmüştür. Op. 51 "TÜRKİYE- Gençler İçin Geçmiş ve çağdaş Türk Küğü Üzerine Alıştırı -Araştırmaları ", Op.67 "TÜRKİYE ( II )" , Op.90 " Eşliksiz Koru için Çığırgılar" adlı yapıtlarımda temel olarak seçtiğim yerel ezgiler ele alınarak küğümün gerektirdiği karmaşık çok seslilik içinde yeni bir yapılaşmaya oturtulmuştur. Ancak hemen belirtmem gereken nokta ; çoğu bağdarımızın çok seslendirilmiş Halk Türküleri örneğinde olduğu gibi başat Halk ezgisi yanına eklenmiş uyumsal nitelikte bir kaç sesi birlikte vermek değildir. Bu tür yapıtlarda tek ezginin önceliği yanında öteki sesler yardımcı durumunda bir tınaşı belirlemek amacından ileriye gitmezler. Bu bakımdan bu tür çok seslendirme klasik dönem uyum anlayışı içinde kalır. Buna karşılık benim yerel ezgileri temel alarak yeni bir yapılaşmaya ulaştırmaya çalışmış olduğum küğlerimde yoğun , karmaşık (zengin) bir girdi (kontrapunt) anlayışı egemendir. Bu nedenle kullanılmış tüm sesler içinde yerel ezgi bir bütünün parçası durumundadır.

Ne yazık ki yukarıda Opus sayılarını verdiğim yapıtların hiç biri bugüne gelinceye değin seslendirilmemiştir. Yalnız Op. 67 TÜRKİYE II iki eşliksiz koru için yazılmış ilk iki parçası (AMAN AVCI ve URFANIN DAĞLARI) Şarkıları Sayın Ahter Destan′nın beğenisi ve ilgisi nedeniyle bir çok kez dinletilerde seslendirilmiş ve son olarak koronun geçen yaz Budapeşte de verdiği dinletide seslendirmesiyle büyük başarı kazanmış olduğu bana anlatılmıştır.

Makam müziği tekniğini veya bazı özelliklerini ne biçimde kullanıyorsunuz? Böyle bir uygulama ulusal müzik oluşturmada etkin bir rol oynayabilir mi?

Bugünün küğü bakımından makamsallığın veya başka türlü dizilerin bir önemi kalmış olduğunu söyleyebilmek zordur. Yalnız makamsal küğün ulusalcı bir anlayışı yansıtabileceğini sanmak kulakları tek sese ve geleneğe alışmış olan kişilerin bu alışkanlıklarından kopamamalarının, kopmak istememelerinin bir sonucu olsa gerektir. Bugünün bağdarı için önemli olan tüm sesleri kendine özgü bir anlatı düzeni içinde özgünlükle nasıl kullanacağını bilmesi kestirmesi bulunmaktadır. Bugünün küğü dizisel ve yiğinsel küğ anlayışların da ötesinde öyle özgürlük ve özgünlük noktasına varmıştır ki bağdar istiyorsa makamsal bir ezgiye, çoğu kez örgelere yer verebilir onlardan da yararlanılabilir. Bu bağdarca yapılacak bir seçme işidir, zorunluğu yoktur.

Çağdaş Türk müziğinin ilerlemesi konusunda dinleyicilere ve öğrencilere neler önerirdiniz?

Çağdaş Türk küğünün ilerlemesi, anlaşılması tutuna bilmesi de çağdaş türk küğ yapıtlarının orkestralarımız, Çalgı çalarımız, şarkıcılarımız tarafından küçümsenmeden ardıncalık gösteren biçimde seslendirilmeleri, izleyicilerin çağdaş Türk küğ yapıtlarını ardınca çok dinlemeleri , ilk dinleyişte anlayamadıkları bir yapıtı ikinci, üçüncü kez dinlemeyi göze alıp benimsemeleriyle olasıdır. Bugünkü durum bakımından çağdaş türk bağdarlarından hangisinin çağdaş ve dünya küğü yönünden bir sıralamada yerlerinin ne olacağı konusunda açık bir söz söyleye bilmek olanaksızdır. Bir bağdarın tüm yapıtları seslendirilmemiş, hiç değilse partitürleri yayınlanmamışsa dek geliş sonucu seslendirilmiş bir - iki yapıtına bakarak bir yargıya ulaşabilmek hem çok zor ,hem de hatalı olur. Yapıtları en çok seslendirilmiş Türk Beşleri için bile bu böyledir.

Sizi ve müzikal dilinizi en iyi şekilde tanıtacağına inandığınız eserler hangileridir, bize örnek verir misiniz?

Ne yazık ki Gözlerimdeki görme eksikliği nedeniyle yapıt vermiş olduğum sanat dallarının hiç birinde ileriye dönük bir tasarım ardında değilim. 2002 yılının sonlarından bu yana yazında, resimde, küğde ortaya koyabildiğim bir yapıt bulunmamaktadır. Yazın alanında yayınlamış 4 kitabım, Resimde yapabilmiş olduğum üç yüzün biraz üzerindeki resimle, 94 küğ yapıtımla sanat yaşamımı tamamlamış bulunuyorum.

94 küğ yapıtım bulunmasına karşılık bugüne değin ancak on beşinin seslendirilmiş olması karşısında nasıl bir seçme yapabilir, nasıl bir örnek verebilirim? Kaldı ki ilk yapıtımdan son yapıtıma dek her yapıtımda yeni bir arayış, yeni bir deyiş yöntemi ardında bulunduğum göz önünde tutulacak olursa örnek için yapılacak bir seçme hangi oranda doğru sayılabilir. Örneğin hem nitelik , hem nicelik bakımından en önemli saydığım yapıtım "ATATÜRK-Senfoni,Oratoryosu " adlı yapıtımı gösterecek olsam yazılmış olduğu ve tamamlandığı yıllardan buyana geçen yirmi beş yıl içinde tüm Orkestralarımıza defalarca baş vurmama karşılık tek bir parçasının bile seslendirilmemiş olması söz konusuyken bu yapıttan hiç haberi olmayan kişilere bunu nasıl örnek olarak gösterebilirim. Bir çok yapıtımın seslendirilmemeleri yönünden benzer biçimde öylesine dikkat çekici öyküleri vardır ki bunların bilinmesi Türkiye’de çağdaş bir küğ anlayışının bir türlü yerleşememesi konusunu bütün acılığı ve açıklığıyla göz önüne serecek niteliktedir.

Yinede seslendirilmiş yapıtlarım arasında kalarak bir seçme yapmam gerekiyorsa ; Piyano için yazılmış yapıtlarımdan Op.30 "Atatürk Savaşta Ve Barışta " adlı yapıtımla, Op.82 "Sevi Çığlıklarıyla Geçiyor- Klavsen Konçertosu" adlı yapıtımı benim küğ anlayışımın en iyi yansıtacak yapıtlarımdan saydığımı belirtebilirim.