Halil Bedi Yonetken
MAKALELER

ÇANKIRI'DA "SOHBET"

(yazan Halil Bedi Yönetken)

Yurdumuzun folklor bakımından zengin özellikler gösteren köşeleri çoktur, fakat Çankırı muhakkak ki, bunlar arasında özelliği en kuvvetli olanlarından biridir. Çankırı halkiyatı hakkında yazılmış olan şeyleri okuduktan, Çankırı’yı gördükten, Çankırılılarla görüştükten sonra, bugün Çankırı denince her şeyden önce "Sohbet" hatırıma geliyor. Bir gün Çankırı’ da derleme yapacağımızı düşündükçe de herkesten önce, Çankırı’nın çalışkan evladı, "Çankırı şairleri" ve diğer değerli eserlerin yazarı sayın Talat Onay’la tanışmadan eserlerini okumuştum, bu defa Çankırı’ya hareket etmezden evvel kendisiyle tanıştım, bilgilerinden faydalandım. Çankırı bizde halkiyatı bakımından iyi etüt edilmiş vilayet merkezlerimizden biridir. Halkiyatı hakkında epey neşriyat yapılmıştır. Talat Onayın eserlerinden başka Hacı Şeyhoğlu Hasan Üçok’un "Çankırı Tarih ve Halkiyatı" ki bu eserin vücuda gelmesinde işittiğimize göre kardeşi Ahmet Kemal’in büyük yardımı olmuştur, Tahsin Nahit Uygur’un "Çankırı Halk Edebiyatı" adlı eserleri, Çankırı halkiyatı hakkında okuyucuya değerli bilgiler veren kaynaklardır. Çankırı halkiyatı, sohbeti hakkında Sayın Tahsin Nahit Uygur daha 1926 yılında Hâkimiyeti Milliye gazetesinde bir seri makaleler neşretmişti, bu makalelere karşı Velet Çelebi üstadımız iki makale neşrettiler ki her iki makale de T. N. Uygur’un "Çankırı Halk Edebiyatı" içine alınmıştır.

Çankırı’da ilk halk müziği derlemesini 1928 de İstanbul Konservatuarı yaptı. Derlenen ezgilerden kırktan fazlası değerli folklorcumuz Ferruh Arsunar’ın imlâsıyla İstanbul Konservatuarı neşriyatının 8. ve 9. defterlerinde neşredildi. 1945 yılı yazında da biz bu eski ve güzel Türk şehrinde derleme yaptık ve birçok orijinal halk ezgilerini plağa aldık.

Yakın tarihlere kadar Çankırı’da müzik ve raksın başlıca sahası "Sohbet" idi.

Sohbet; yalnız Türkiye için değil, bütün dünya için enteresan, sosyal bir müessese, folklor bakımından son derece orijinal bir konudur. Eğer folklor etütleri, ezgi denemeleri bundan, mesela 50 yıl önce yapılabilseydi muhakkak dünyanın en özel müzik ve oyun ezgileri plağa kaydedilecek ve oyunları filme çekilecekti. Çankırı Sohbetinin tarihi, içtimai menşe ve mahiyetini incelemek, onun meselâ Ahilikle, Ahilerin gece sohbetleriyle, esnaf teşkilatıyla olan ilgilerini aramak, konumun ve salâhiyetimin dışında olduğundan ben bu yazımda sadece sohbetin müzik ve raksla ilgili taraflarını, umumî şekilde belirtmeye çalışacağım. Üstat Velet Çelebi yukarıda adı geçen makalelerinden "Halk eğlenceleri" adlısında, İbni Batuta Seyahatnamesi’nde, Anadolu’nun Ahiler elinde bulunan havalisinde, Ahilerin gece sohbetlerini bir kaç yerinde yazdığını söyledikten sonra, bir yerde aynen şunları nakletmiştir: “Badehu gene kendi içlerinden milli sazlı mutripler başlar, Ahibaba da dizini kaldırır, herkes serbest olur, isteyen kalkar Sima eder. Gerçi hepsinin esası dönmek ise de ihtiyarların sima’ları biraz tahalüf eder, bazı ihtiyar post çarhı atar, kol açmaz, gençler tam çarhla kol açarak raksan olur.) Çankırı sohbetlerinin bu veya başka toplantı ve âlemlerden ne derece mülhem olduğunu aramak başka bir çalışma konusudur.

Etnoloji ve folklor konularıyla ilgili bulunan herkese, Çankırı sohbetini inceden inceye tetkik etmelerini ve mesela benim de çok faydalandığım iki eser, Hacı Şeyh Oğlu Hasan Üçok’la, Tahsin Nahit Uygur’un yukarda adı geçen değerli eserlerini mutlaka okumalarını bilhassa tavsiye ederim. Bu yazının da malzemesi esas itibariyle onlardan tedarik edilmiştir.

Sohbet; içkisiz, kadınsız, edep ve terbiye dairesinde ve çok sıkı bir disiplin altında yapılan, içinde müzikle raksın önemli yer aldığı, ahlâkî, içtimaî bir toplantıdır. Bilindiği gibi Ahilik fütüvvet, erlik esasına dayanan bir tarikattı, her Ahi’nin sofrası, eli ve kapısı açık, gözü, dili ve beli kapalı olması şarttı. Bu esaslardan mülhem olan sohbet yaranı da çevrelerindeki insanlara karşı iyi, kardeşçe duygular besler, sofraları, elleri, kapıları açık, dilleri, gözleri kapalı bulunurdu. Sohbete devam edenlere "Yaran" denirdi. Yaran için sarhoş olmak, kumar oynamak, kadın peşinde dolaşmak ayıptı. Sohbet vaktiyle bir terbiye ocağı idi, babalar evlatlarının terbiyeleri için sohbetlere çok itibar ederlerdi, çok haşarı evlatlar sohbetlerde terbiye görmüşler, edep, erkân öğrenmişlerdir. Şu atalar sözü Çankırı’da halâ söylenir:

Oğlan babadan öğrenir sohbet gezmeyi,

Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi.

Çankırı sohbetinin Alevî - Bektaşî "Cem" inden, Konya "oturak" ından Ankara "cümbüş" ünden, Anadolu’nun diğer bütün halk eğlence toplantılarından çok ayrı, özel ve orijinal bir mahiyeti vardır. Çankırı sohbeti Anadolu’nun tipik halk eğlence toplantıları içinde müstesna bir varyant husule getirmekte ve benzeri toplantılara çok özel bir çeşit i1âve etmekte, Türk halk toplantıları çeşitlerini zenginleştirmektedir. Çankırı sohbeti, bize göre, yüksek bediî bir değer taşıyan, Türk halkının içtimaî, bediî zevk ve temayüllerini gösteren müstesna bir toplantıdır. Sohbet, Türkün güzel sanatlara, güzelliğe karşı ruhunda taşıdığı meyillerin çok dikkate değer bir ifadesidir. Biz 1938 derlemesinde Dursunbey’de, gene "Sohbet" adını taşıyan bir toplantıya daha rastlamıştık, bu da içkisiz, kadınsız bir toplantı idi, sohbet evine 50 metre kala sohbet ahbapları, bazılarının ellerinde, sazlarla iki adımda bir beyit söyleyerek, yaklaşırlar, sohbet evine girerken, merdiven dibinde oturup kahveler gelince, sohbete başlarken özel birtakım türküler çalınıp söylenir, arada "Bengi" ler, karşılamalar, yüksük oyunları oynanır, ayrılırken "sohbet öğme" ezgisi çalınıp söylenir, bunda, gelecek toplantı kimde olacaksa onun adı andır. Bu sohbette büyük ve küçük ahbaplar diye bölümler ve işbölümleri vardır, içki içmek isteyen, sohbetin başı "Barana başı" ndan müsaade alarak dışarıda bir yerde, sarhoş olmamak şartıyla biraz içip gelir, bu sohbetin de cezaları vardır. Başka defa mahiyetini tafsilen anlatacağımız bu sohbetle, Çankırı sohbeti arasındaki fark çok büyüktür. Çankırı sohbeti bütün Anadolu, kadınsız, içkisiz halk toplantılarının hepsinden ayrı, müstesna bir toplantıdır.

Çankırı sohbetinin her şeyden önce hususi bir odası vardır, bu odanın planı Çankırı ev mimari planı içinde yer almıştır. Ev sahibi bu odayı özenerek yaptırır. Odanın tavanı işlemeli, şerbetlikleri sanatlı olur. Sohbet Çankırı’da mutlaka bu hususi sohbet odasında yapılır. Halen Çankırı’da sohbet odasına malik birçok ev mevcuttur. Bu odanın özel bir planı ve formu vardır. Sohbet odasına darca bir koridordan, kapı aralığından geçerek girilir, bu oda mustatil şekilde uzunca büyük bir salon halindedir. Sohbet odasına girilen kapının tam karşısında "ocak" bulunur, ocak üstünde "şerbetlik" denilen bir yer vardır, buraya süslü, güzel lâmbalar konur, ocağın tam karşısında, koridorun solunda ikinci bir şerbetlik vardır ki buraya da, lâmba, sigara ve içinde sigara ateşi bulunan ufak mangal konur. Mustatil sohbet odasının sağında, bir basamakla çıkılan, “Şahinçi – Şehnişin” denilen, içinde makatlar bulunan hususî bir mahfel vardır ki burası çalgı takımı içindir, mustatilin sol dil’i sedirle döşenir, üst tarafında birçok lâmba, süslü sahan ve sairenin konulabileceği hususî bir yer bulunur. Ben bu odalardan birini Hacı Şeyh Oğlu Ahmet Kemal’in delâletiyle gezip gördüm, bu bir nefise idi. Muhakkak ki Türk, içten güzelliği ve güzeli seven bir millettir, ince zevkli bir ev sahibi sohbet odasının tavanındaki işçiliği beğenmediğinden bozdurup tekrar yaptırmıştır. Eski Çankırılılar, sohbet odalarının inşasına çok önem vermişlerdir. Toplantı yerinin inşasına bu derece önem verildiğine, Anadolu’da kırktan fazla vilâyet gezip görmüş olan ben, hiç bir yerde şahit olmadım. Sohbet odası zevk ve sanatla inşa edildiği gibi onun içinde yapılan sohbete de tam bir zevk ve sanat havası hâkimdir. Sohbet odasında birden 20 - 80 ve daha fazla lâmba yanar, oda gözleri kamaştıran bir aydınlık içindedir. "Kerametnamei Ahi Evran’da bu zatın 120000 çırağı yandığı mezkûrdur."

Sohbetçiler sohbete en temiz, en güzel elbiseleriyle gelirler, her yer temizlik ve güzellik içindedir. (Ocak gürül gürül kızıl alevlerle yanar yaranın sırmalı cepkenleri, ipekli poşuları parıl parıl parlar.) Ocağın sağ ve sol taraflarına yere Sevai - Kutnu minderlerden bir kaçı üst üste konur, buralara Baş ağalar oturur. Sohbet odası, göze hitabeden zengin, çeşitli unsurları havi plâstik güzelliği haiz bir opera sahnesi ve dekoru halindedir. Türk halkı burada, bu zengin güzellik içinde bediî ihtiyaçlarını giderir, sohbet bediî ihtiyaçları da karşılayan, içtimaî bir müessesedir. Gelecek yazımızda bu odada geçecek olan sohbet âlemini anlatacağız.

Geçen yazımda sohbet odasını anlattım, bu yazımda sohbetin kendisini en bariz çizgileriyle çizmeye çalışacağım.

Kış aylarında sohbet tertip etmek isteyen bir kaç arkadaş bir araya gelerek işi kararlaştırırlar, en önce sohbetin iki nafiz şahsiyetini seçerler, sohbet bunların idaresinde devam edecektir. Bunlardan biri "Büyük Başağa veya Yaranbaşı", öbürü "Küçük Başağa veya Yaran kâhyası" dır. Seçilen ağaların muvaffakatları alınınca "yaran" seçilir, bir de "çavuş" intihap olunur. Çalgıcılar, sohbette yenecek yemeklerin, yakılacak ışıkların cins ve miktarı tespit olunur. Yaranın adedi çalgıcılar ve çavuş hariç 24 kişiden mürekkep olur. Çalgıcılar bütün sohbet geceleri, 10- 12 hafta için angaje olunurlar. Sohbet gecesi küçük başağa herkesten önce gelip vaziyeti kontrol eder, yaran oda dışında ayakkabılarını çıkararak içeri girerler ve oda ortasında durup sağ ellerini sol göğüslerine götürerek odadakileri "Selâmünaleyküm" diye selâmlarlar, baş ağalar dâhil herkes ayağa kalkar, geleni aynı surette "Selâmünaleyküm"" diye selâmlar. Yaran yaşlarına başlarına göre baş ağaların minderlerinden itibaren kapıya doğru yer alıp erkân minderlerine otururlar.

Ağalar önce iki dizleri üzerine oturturlar, neden sonra büyük baş ağa bir dizini kaldırır, o zaman herkes de aynı dizini büker, bir zaman sonra büyük baş ağa sağ dizini indirerek sol dizini kaldırır, herkes ona uyar. Sohbete tam ve mutlak bir disiplin hâkimdir. Yaran sigaralarını birbirinden yakamaz, çavuş veya ocak sahipleri daima vaziyeti gözaltında bulundurarak hemen hizmete şitap ederler, sigara yakmanın ve sohbette her şeyin kesin olarak geleneği ve kaidesi vardır, her şey ona göre yapılır. Şehnişindeki çalgı takımı, 12 telli saz, santur, gırnata, keman, zilli maşa, zilli tef, kaşık ve fincan gibi aletlerden mürekkeptir. Bu takıma sonraları ut da girmiştir. Çalgıcılar herkesten önce gelir, yemeklerini yerler ve yaran gelmeye başlayınca "Çuhacı oğlu" peşrevini çalmaya başlarlar, uzun zaman devam eder. Oturma merasimi bitince saz fasla girer. Yaran arasında müziğe aşina kimseler varsa küçük baş ağanın işaret ve teklifi ile onlar, önce dışarı çıkıp, tekrar içeri girmek suretiyle şahnişinde yer alırlar. Orada yalnız vurma aletlerini çalabilirler, çalgıcıların çalgılarından çalmaya mezun değildirler. Sohbet geceleri “Ah yine akşam oldu”, “Yüzüğümün allı pullu taşı var”, “Evlerimin önü çepçevre avlu”, “Aşkın çakmağını sineme çaldım”, “Sabahın seher vaktinde görebilsem yarimi”, “Girdim yarin bahçesine”, “Kalk gidelim Karataş’a yokuşa”, gibi türküler söylenir, davetli misafirler gelmeye başlayınca saz, misafirlerin önemine göre tertiplenir, mesela Sabahiden veya Hüseyniden bir fasıl başlar, usule aşina birinin okuduğu bir gazelden sonra divan, koşma, topal koşma, zincirli koşma, müstezat, semai, Kerem, Kesik kerem okunur.

Kahve misafirleri ikinci "kalk git" kahvesini içip gitmeye başlayınca bunlar arasında hatırı sayılanlar varsa saz takımı "Cazayir" marşını çalar. Kahve misafirleri gittikten sonra gece yarısına doğru kapılar kilitlenir, kapının dışarısına asılmış olan fener içeri alınır. O zaman orta oyunları başlar. Orta oyunlarına yemek misafirleri de katılırlar. Bu oyunların başlıcaları şunlardır: Tura oyunu; bu oyunda irticalen beyitler, tekerlemeler söylenir. Önce ele, sonra ayağa vurulur. Tura oyunundan sonra bir el şamdanına mum dikilerek ortaya konur, herkes etrafında halka olur, diz üstü oturulur, ebe ne yaparsa herkes onu yapmaya mecburdur, oyun yanıltma, şaşırtmalar üzerine kurulmuştur, yanılanlara ceza verilir, ceza, umumiyetle kalkıp, oynamaktan ibarettir. Bundan dolayı sohbet yaranı yerli Çankırı oyunlarını bilmek zorundadır, bu mecburiyet yerli oyunların yaşamasını sağlamıştır. Bu oyunların sözleri “Kömür gözlüm, günüm geçti zarile”, gibi şeyler olur, yahut “Kavağın dalın budadım, yoluna canlar adadım” gibi bir zeybek oyunu olabilir. Çankırı’nın özel oyunlarından biri ve belki en özeli "Mahi" adli, bir çeşit zeybek oyunudur. “Mahim gelir güle güle, Horşudu yanında bile, sanlayım ince bele, sekişin Mahime benzer, gezişin şahime benzer”. Sonra daha kıvrak oyunlara geçilir; işte bir tanesinin sözleri: “Bir gömlek geyer buz gibi, memeleri karpuz gibi, koynuma girer kız gibi, oğlan mendilli, bulmuş dengini, kırmış kandili, kimlere sormalı, nerede bulmalı, gizlice sarmalı”. Bu arada Genç Osman ezgisiyle de oynanır. Bu ezgiler hep 12 telli sazla çalınır ve yaran çift çift oynarlar. Sonra gene oturak oyunlarına dönülür, türlü dikkat, hassasiyet, uyanıklık, zekâ ve intikâl oyunları, gül sepeti, neşim neşim, şaşkın aşım gibi, içinde hayvan taklitleri yapılan oyunlar oynanır. "Şıldır şıp" ta çok dikkat ve maharet isteyen bir oyundur. Sohbet gecelerinde temsiller bile yapılırdı. Çankırı’da yerleşmiş, bir oyun da "Samut" oyunudur, bu bir nevi dilsiz, taklit oyunudur. Bu oyuna girenler kayıtsız şartsız ebeye teslim olurlar, o ne yaparsa, onu yaparlar, adeta bir riyazat oyunudur, oyuncular birbirini gayet sert bir surette tokatlarlar, soyunurlar bir donla kalırlar, yüzlerine kara çalarlar, sıfır altında 15 derece soğukta çırılçıplak çaya girer, yıkanırlar, kalın buzları sırtlarına yüklenirler, bu halde başka bir sohbet evine giderler, onları bu halde görenlerden bayılanlar olmuştur. Bu hal bir iki saat devam eder. Çankırı oyunlarının tipik olanlarından biri de "Yüksük" oyunudur, 11 parça mendille oynanır, yenen taraf yenilen tarafa çok eziyet eder. Bu oyunlardan sonra küçük baş ağanın teklifiyle herkes yerine geçip oturur, kahveler içilir. Bu esnada yarandan güzel sesliler yalnız saz ve def refakatiyle türküler söylerler. Sohbet geceleri tarihî ezgiler de söylenir. Napolyon’un Mısır’ı işgali, Sivastopol, Osmanlı - Rus harbi, Kozanoğlu, Şam yakası, 1312 Yunan seferi, Sultan Aziz’e dair türküler ve Köroğlu çalınıp söylenir. Arada, biri ince, diğeri kalın sesli iki kişi tarafından Arzu ile Kamber’de söylenir. Sonra vakit müsaade ederse bir fasıl daha yapılır, bu fasıl daha çok sabahiden olur, çünkü artık sabah yaklaşmak üzeredir.

Gazel, koşma, kalenderi, müstezat, gevheri söylenir. Sonra yemek yenir. Yemekten önce gelmiş geçmiş yaranların ruhu için fatiha okunur, leğen ibrikle, gene sıkı merasimle eller yıkanır, havlulara silinir, sofra bezinin yere seri1mesi, divan sinilerinin kurulması hep gelenek kaidelerine göre yapılır. Yemekte pilav ortaya konulduğu zaman büyük baş ağa çavuşa: “yollumuz yolsuzumuz var mı?” diye sorar, çavuş da: ”Adalettir baş ağam” diye cevap verir. Bazen suçlunun önüne pilav içine kaşık dikilir, suçlu bu vaziyet karşısında müşkül anlar yaşar. Yemek bittikten sonra gene merasimle eller yıkanır, herkes yerine oturur, kahveler pişerken, sohbetin en yaşlısı herkese bir yemek ismi verir, sonra büyük baş ağa bu isimleri söyleyerek sahiplerini kaldırtıp oturtur. Nihayet birisi büyük baş ağanın yemek ismini söyler, büyük başağa da “Bütün Yarana kalktım” diyerek herkesi ayağa kaldırır, sonra otururlar, bu suretle bir nevi yemek hazmı yapılmış olur.

Sohbetin en enteresan tarafı: "Arap verme" usulüdür. Sohbette zilli maşa ile defin ismi Araptır. Ocak kimde ise bunlar bütün bir hafta onda kalır. Çavuş, elinde uzun bir şamdanla öne dikilir, büyük baş ağanın önüne gelirler, 12 telli saz, gırnata, keman, def, zilli maşa, kaşıktan mürekkep saz takımı çalıp söylemeye başlar: Fakirin geldi meydana, elin de gül dane dane, yaran başı izin kime?” sözleriyle başlayan ezgi çalınıp söylenir. Sonra yaranda sırasını savanla, sırası gelen ocak sahipleri bulunan küçük baş ağanın önünde bir halka olup otururlar, kahveler gelir, şamdan ortaya konur, bu sefer arabı alacak olana karşı, gene hep bir ağızdan hacı hacı, canım hacı, başındadır altın tacı, sohbet tatlı sonu acı, ağam afiyet olsun, sohbetin mübarek olsun” ezgisi çalınıp söylenir. "İç ağam" derken kahve yeni sahibine uzatılır, fakat birden verilmez, nihayet verilir, sohbetin ağır ve eziyetli olduğuna dair nasihatleri havi ezgiler okunur. Burada yemeklerin nefasetine dikkat olunması tavsiye edilir, sonra arabın iyi muhafaza edilmesine dair olan ezgi söylenir: ”Arap seni gezdirirler areyi areyi, yazarlar aklar üstüne kareyi… ağa yaptı… savdı sırayı). Kahveler içilir ve Git çarşıya yağın acısın alma, akşama kadayıf, geceye helva” gibi değişlerle yeni ocak sahibine nasihatler verilir. En son, eski ve yeni ocak sahipleri oynatılır. Bunlardan sonra çalgıcılar dâhil, bütün yemek misafirleri kalkıp giderler. Teşyi olunurlar, içerde kimse kalmaz, işte o zaman mahkeme başlar. Ocak evine bir ölüm sessizliği çöker, yaran diz çökmüş vaziyette beklerler.

Suçlular benizleri uçuk bir haldedirler. - Eğer o hafta hiç yolsuz yoksa bir aşri şerif okunur, gelmiş geçmiş yaranın ruhuna Fatiha çekilir - Kabahatli, yüzü ocağa karşı gelir, büyük baş ağayı eğilerek selâmlar, diz çöküp bekler. Muhakeme şahitli, vekilli cereyan eder, bazen epey uzun sürer. Nihayet sıra cezaya gelir, eğer kabahat büyükse suçlu sohbetten koyulur, küçükse derecesine göre şu cezalardan biri verilir: Ağa filan gün bütün yaranı hamama götürsün, tıraş ettirsin, hamamda yağlı yidirsin, çalgı getirtsin, yağlısıyla kale gezmesi yaptırsın… ve ilh.” Sohbetten koyulan bir kimsenin artık o şehirde yaşamasına imkân kalmaz. Muhakemeden sonra, birer kahve daha içilir. Eğer arzu edilirse, bir de "Helisa" oyunu oynanır; ayağa kalkılıp halka olunur, herkes birbirini küçük parmaklarından tutar, bir ağızdan İstanbul’da bir kuyu var, 4 şekerden tatlı suyu var, her güzelin bir huyu var, Halisa helâl olsa, yansa yıkılsa, koynuma girse, şeftali verse helisa…” Her helisa deyişte birbirinin kuşaklarından sımsıkı yakalayıp, cambazvâri takla atmak suretiyle dönerler. Diğer beyitler okunur, bunlar içinde Eğilin Kavaklar” sözü gelince hepsi birden eğilir. Doğrulun Sunalar” deyince hep birden doğrulurlar. Süzülün Çengiler” deyince de eller yukarı kalkarak bir devir yapılır. Sonra sohbete son verilir.

Sohbet disiplinine dair şu vakayı anlatırlar:

Bir sohbet evinde, o gece ocak sahibinin çocuğu ölür, fakat adamcağız sohbetin tadı bozulmasın diye bunu kimseye söylemez. Her şey tabii cereyanında devam eder, nihayet sohbet biter, ev sahibi ancak o zaman kara haberi bildirir, derhal herkes üzerine düşen vazifeyi yapar, cenaze yıkanır, hep birlikte camiye götürülür, namazı kılınıp defnedilir.

İki yazıda, Çankırı sohbeti hakkında yazdığım sözler çok umumî ve noksan şeylerdir. Bunlar nihayet Çankırı sohbeti hakkında bir ilgi uyandırabilir. Çankırı sohbetine merak edenler ve bu konuda tam bilgi edinmek isteyenler geçen yazımda adlarını verdiğim eserleri görmelidirler.

Çankırı sohbeti bir gün, bütün otantik dekoru ve mahiyetiyle muhakkak milli bir Türk operasında yer almalı ve sohbetin bütün ezgileri oyun figürleri böyle bir eserde kullanılmalıdır. "Sohbet", gelecek Türk sanat eserlerine bütün dünyayı ilgilendirecek büyük özellikler verecektir.

Çankırı’da "Sohbet" başlıklı iki yazımda Çankırı sohbetini anlatırken bu arada sohbette çalınan ezgileri, oynanan oyunları da söyledim. Çankırı müzik ve oyunları esas itibariyle sohbette görülenlerdendir. Sohbet belli başlı Çankırı ezgilerini ve oyunlarını sînesinde toplamıştır. Bu iki sohbet yazımı takip etmiş olanlar 12 telli saz yanında santur, keman, ut, gırnata vb. gibi çalgıların da bulunduğunu, Saba, Hüseyni fasıllarının yapıldığını, gazeller, divanlar, müstezatlar söylendiğini, saz heyetine Hıristiyanların da katılmış olduğunu okumuşlardır. 12 telli sazın, santur, gırnata ve utla nasıl bağdaşmış olduğuna akıl ermez, acaba 12 telli saz çalanların en ustası Hüsmen oğlu, alaturka müziğe de aşina, sazıyla fasıllara da katılan bir sanatkâr mıydı? Öyle ise bu, kaide dışı, müstesna bir haldir. Saz takımına Hıristiyanların da katılmış bulunması sohbete daha beşerî bir hal vermiştir. Santurcu Topal Nikola yanında kemancı Serafim’den de bahsediliyor, bunların kültür itibariyle tamamen Türkleşmiş kimseler olduğuna şüphe yoktur, fakat bir de, sazdan, bağlamadan başka bir alet kabul etmeyen, içinde Müslüman Türk’ten başkasının bulunmadığı, Ankara cümbüşünü veya diğer muhabbetleri düşünecek olursak, Sohbet’in bu bakımdan da bir özellik arz ettiğini anlarız. Çankırı sohbeti hakikaten hepsinden ayrı bir toplantıdır. Burada saz takımı profesyonel kimseler arasından angaje olunur, bunlar isterse Hıristiyan olsun, ona ehemmiyet verilmez. saz takımının esasen özel bir yeri vardır: Sahniçi - Şahnişin. Çalgıcılar sohbete katılanlardan ayrı bir zümredir. Yarandan hiç kimse onların çalgılarından çalamaz, yalnız vurma aletlerini çalmaya mezundurlar. Sohbet Şahnişininde oturan saz takımının santur, ut, keman, gırnataları, ve onlarla çalınan gazel, divan, vesaire şekilleri ile bu musikiyi, folklor kadrosu içine alıp mütalaa etmemize imkan yoktur. Sohbette folklorik unsurlarla, şehir müziği unsurları birbirine karışmış bir haldedir. Buna rağmen, bu enteresan toplantıya gene halk müziği ve oyununun ve binnetice halk kültürünün hâkim olduğuna da şüphe edilemez. Sohbette mutlaka bir Türk tarafından çalınan 12 telli saz, yerli ezgiler, eski özel yerli oyunlar hâkim bir durumdadır. Yaran çift çift oynarken yalnız12 telli saz çalınır, yarandan güzel sesliler yalnız saz ve def refakatiyle ezgiler söylerler. Yaran santur, ut, gırnata çalmaz, bu haller ve sohbette söylenen bütün yerli, eski Çankırı’ya has halk ezgileri, oyunları sohbette halk sanatının hâkim olduğunu gösterir. 12 tellinin mutlaka Türk elinde olması dikkate lâyıktır.

Çankırı’nın en seçkin sazcıları, Hüsmen oğlu, Boynu eğri Mahir, Nerkis oğlu Riza ve halen Dobi Ahmet adıyla tanınmış olan Ahmet Altıner’dir. 1945 yazında Nerkis’in Riza hasta olduğundan kendisinden bir şey kaydedemedik.

Fakat Ahmet Altıner bize hiç kimseyi aratmadı ve Çankırı’nın eski, orijinal bütün ezgilerini birer birer plağa verdi. Bu sevimli ve değerli halk sanatkârı daha küçük yaşta Hüsmen oğlu zamanında saza başlamış, sonra onu ilerletmiştir. Kendisine bazen Hüseyin Organcı, ve Ahmet Dalavere refakat ettiler. "Mahi" oyununun ezgisi, topal koşma, kömür gözlüm, sohbet başlangıç ezgisi, Cevherî, Âşık Ömer’den, halay havaları, salıncak türküsü, kaşık havası, diğer bütün yerli anonim türküler, Arap verme ezgileri, bizim Çankırı’da plağa aldığımız ezgilerin başlıcalarındandır. Deneme heyetimizin mütehassısı, folklor mütehassısımız, Devlet Konservatuarı folklor arşivi şefi Muzaffer Sarısözen Çankırı’da denediğimiz ezgilerden bazılarını notaya alıp, radyo Yurttan Sesler korosuna öğretmiştir. Bu, yerinde alınıp tamamen aslına uygun bir şekilde radyoda Yurttan Sesler seanslarında tek sesli koroya söyletilen yurt ezgileri halkımız tarafından içten bir ilgiyle dinlenmektedir. Mahi oyunu, evvelce bıçakla oynanmış bir çeşit zeybek oyunudur. Çankırı’da ve meselâ Çerkeş gibi dolaylarında güzel zeybek oynanır. Bazı taraflarda halay da çekilir. Çankırı’da Köroğlu da oynarlar, dolaylarında ve mesela Bayram Ören bölgesinde köçekler vardır, topal koşmanın asıl Çankırı malı olduğu iddia edilmektedir. Bozlağa "Bozuk" diyorlar. Gevheri dedikleri Çiçekdağı ezgisidir. "Nağme gelin" de rivayete göre Orta nahiyesinden çıkmadır. Çankırı, "Burçak tarlası" nı da kendisine mâl etmektedir. Çankırı ezgileri, oyun havaları, tonalitede değişiklik gösterir, usulleri çift veya 9 vuruşludur, meselâ "Hacer" çift vuruşlu, "Mahi" 9 vuruşludur. Çankırı ve dolaylarında oyun bakımından hem zeybek, hem halay kültürü hâkimdir.

Sayın Tahsin Nahit Uygur, "Çankırı Halk Edebiyatı" adlı değerli eserinde Çankırı türkülerini üç kısma ayırmış, birinci kısma gezme ve sohbet türküleri, oturak havaları, salıncak türkülerini; ikinci kısma bozukları, vakalar üzerine yakılmış yanık ezgileri; üçüncü kısma da oyun türkülerini almıştır. Birinci kısma dâhil türkülerden bazıları şunlardır:

Seher vakti türküsü, Girme yarin bahçesine, gülleri fidan gibi”, Havuz başının gülleri”, Sultan Aziz türküsü, Beni tahttan indirdiler, dört çifteye bindirdiler”, Elif türküsü, Ah yine akşam oldu ezan sesi var”, Kalk gidelim Karataşa yokuşa”, Şıpka türküsü, Kozanoğlu türküsü, Kızılırmak akmam diyor, kenerimi yıkmam diyor, ünü büyük Kozanoğlu, ben yurdumdan kalkmam diyor…”. Bu, Pilevne kahramanına söylenmiş ezginin adaptasyonu gibidir. Biz 1941 de Kayseri’nin Pınarbaşı kazasında çalışırken bir Avşar ağası Kozanoğlu’nu aynı beyitlerle aynı ezgilerle, söylemişti, halbuki Kozanoğlu’nun başka varyantları vardır ki, biz onları asıl Kozanoğlu ezgisi biliriz. Birinci sınıfa alınan diğer türkülerden Urumeli, Yunan, Mısır, Sivastopol, Belgrat, Özü kalesi, ey gaziler ve daha birçokları vardır.

İkinci bölüme alınanlardan başlıcaları, başka yerde Bozlak denilen "Bozuk" lardır. Bunlar mahalli vakalar üzerine de yakılmış olabilir, "Emine" bozlağı gibi.

Üçüncü kısım türküleri, oyun türküleridir. Çankırı oyunları Sayın Tahsin Nahit Uygur’a göre "ince" ve "şamatalı" diye iki bölüme ayrılır. Şamatalı oyun havalarından bazıları "Yelpük" adını alır, bu havalarda oyuncular eser, yeler, gibi hareketler yaparak oynarlarmış. Oyunlar bir kadın, bir erkek, iki kadın veya iki erkek tarafından oynanırmış, bir kadın veya bir erkeğin tek başına oynaması tatsız olurmuş. Çankırı’da eski kız oynatmaya "Fırıttım" diyorlar. Düğünlerde kadınlar ya kendi kendilerine oynarlar veya çengi getirirler. Oyunlarda kullanılan aletler saz, bağlama, gırnata, çalpara, zilli maşa, darbuka, daire, deftir.

Oyunlar saz refakatiyle oynanır, bilhassa ince rakıslarda saz şarttır. Herhangi bir oyun havasının kısa kesimleri saz tarafından çalınmaya başlanınca oyun bilenlerden bir iki kişi oyuna kalkar, karşılıklı dikilirler, türkünün deyiş kısmı ayakta dinlenir, onların mânasına göre bir takım uygun edalarla küçük hareketler yapılır, saz oyun yerini vurunca oyuncular da oynamaya başlarlar. Oyunun bitimini saz "Savak verme" ile ihtar eder. Oyun sonunda oyuncular karşılıklı olarak yaklaşırlar, biner bacaklarını birbirine doladıktan sonra geri dönerek oyuna son verirler. Kömür gözlüm türküsü Çankırı’nın en tanınmış oyun ezgilerindendir. Çankırı’da da diğer bazı yerlerde olduğu gibi "Genç Osman" ezgisiyle oyun oynanır, halbuki bu, tarihî konuyu terennüm eden ezgi bir kahramanlık ezgisidir. Alıverin feracemi giyeyim” mısrasıyla başlayan ezgi bir zeybek oyunu türküsüdür. Zeybek misin, zeybek donu giyersin”, bu da zeybek oyununun havasıdır. "Mahi" keza bir çeşit zeybek oyunudur. Mahimi gördüm düşümde, giden ayın on beşinde, sevdası vardır başımda” dediğine göre "Mahi" bir sevgilinin adıdır, Fadime de bir oyun ezgisidir.

Çankırı’nın yakın geçmişte müzik ve oyun sahası yalnız sohbet ve düğün demek değildi. Yazın kapalı yerler dışında, mesela Karaköprü bahçelerinde, Feslikân Kale, Taşmescit gibi gezinti yerlerinde, Kurşana, Kurbantepesi, Kayabaşı, Savakbaşı.. gibi teferrüç yerlerinde de eski ezgiler söylenir ve yerli oyunlar oynanırdı. Buralarda bilhassa şehre hâkim olan yerlerde yalnız delikanlılar koşma, Bozuk okumazlar, kadınlar da bahçelerde eğlenirler. "Kaftanlı, fermaneli, canfes şalvarlı, entarili, fistanlı, belleri gümüş kemerli, gerdanları incili, altınlı, elmaslı, başları namaz beziyle örtülü tazeler, kızlar, gelinler el ele verirler, halka teşkil edip Helisa, çekerlerdi", isteyenler çengi getirip oynatırdı. Mazi oldu o demler...